27 Kasım akşamında, Atuan Mezarları, "kadın olmak", "kadınlık", "kadın" kavramlarına taşıdı bizi. Dolu dolu geçen 1,5 saatlik soruşturmanın ardından, beni her okuyuşumda çok etkilemiş olan bu güzel kitaba ve zihnimdeki soruşturma temeline dair yazmak istediklerim...
Keyifli okumalar:)
Görsel: Deniz Bilgin (Atuan Mezarları, Metis Yayınları)
Edebiyat ve Felsefe soruşturmalarına Le Guin'le devam etmek istedim ve fantastik edebiyatın en iyi yapıtlarından biri olarak kabul edilen Yerdeniz'in, ikinci kitabı olan Atuan Mezarları'nda karar kıldım. Serinin ana karakteri Ged'in, hırsıyla, öfke ve nefretiyle çarpıcı ve yıkıcı karşılaşmasını ve “büyümesi”ni anlatan yüksek tempolu Yerdeniz Büyücüsü'nün ardından, Atuan Mezarları, farklı bir ritimle ve dünyayla buluşturuyor bizi. Ged'in yolculuğuna kaldığımız yerden devam etmeyi umarken, kendimizi bambaşka bir yerde ve hiç tanımadığımız bir kadının hikayesinin içinde buluyoruz.
Atuan Mezarları 1968 senesinde yayımlanıyor. Türkiye'deki okurlarıyla ise, uzun senelerin ardından, ancak 1999 yılında, ama yine harikulade bir Çiğdem İpek Erkal çevirisiyle buluşuyor.
Soruşturmanın soruları üzerinde kafa yorarken, kitabın demek istediğini baştan itibaren sezinlediğimi söylemeliyim aslında. Kaldı ki, Le Guin zaten her birini farklı temalarla kurguladığı Yerdeniz kitaplarının neyi anlattığını açıklıyor okurlarına. Atuan Mezarları için ise, şunları söylüyor:
“Atuan Mezarları'nın konusu tek kelimeyle söylemek gerekirse cinselliktir. Kitapta bir sürü simge var, tabii ki yazarken bunları bilinçli bir şekilde çözümlemedim; bu simgelerin hepsi cinsel simgeler olarak okunabilir. Daha açık söylemek gerekirse kitabı bir kadının büyümesi olarak okuyabilirsiniz. Temalar, doğum, yeniden doğum, yıkım ve özgürlük.”.
Kitaba dair doğrudan yazarından gelen böyle bir açıklamanın üzerine, ister istemez bu temayı bulmak istiyor okuyucu metinde. Kitabı okuduğunuzda hani nerede bu cinsellik, diyebilirsiniz. Le Guin'in sözünü ettiği cinsellik, zihnimizin ilk hazırlığından uzak, ama alt metinlerin içinde gün gibi ortada.
Le Guin, pek çok simgeyi bilinçli şekilde kitaba yerleştirmediğini söylese de, çok iyi biliyoruz ki, o ne yaptığını, ne yazdığını çok iyi bilen, başkaldırmış bir yazar. Bazen farkında olmadan yaptığımızı sandığımız pek çok şey, zaten çoktan yerli yerine koyduğumuz, özümsediğimiz düşüncelerimizin tezahürü değil mi?
Yazar tarafından yapılan bu tematik açıklamadan hareketle, soruşturmanın temel sorusuna dair düşüncelerimi yazabilmem için hikayenin kurgusundan ve önemli olduğunu düşündüğüm ayrıntılarından bahsetmek durumundayım. Bu not, kitabı henüz okumayanlar için:)
Yer, Yerdeniz coğrafyasının Karg ülkesi. Atuan ise, kadim ve karanlık güçlerin; İsimsizler'in kutsal toprakları. “İsimsizler” adı bilinçli bir seçim muhakkak. Çünkü Yerdeniz hikayesinde isimler önemli. Ejderhaların konuştuğu, insanların ise artık hatırlamadığı kadim dilin isimlerini bilmek, hükmedebilmek anlamına geliyor. Halbuki bu karanlık güçlerin bir ismi yok.
Atuan Mezarları, sadece kadınların ve hadım edilmiş birkaç erkeğin girebildiği; ülkenin güçlü yöneticisi Tanrı Kral'ın dahi ayak basmasının yasak olduğu kutsal bir mahal. İsimsizler'in baş rahibesi Arha'nın toprakları. Tapınağın ve rahibelerin yaşadığı yapıların altında ise, karanlık ve devasa bir labirente açılan bir mağara var.
Arha, İsimsizler'in hizmetkarı ve Arha'nın üzerinde Tanrı Kral'ın bile hükmü yok. O, ebediyen yeniden doğan rahibe. Öldüğü gün, Atuan'da doğan bir kız bebeğin bedeninde yeniden dünyaya geliyor ve Atuan Mezarları'nın yüksek rahibeleri derhal yeniden doğan Arha'yı aramaya koyuluyorlar.
Kitap, yeniden doğan Arha olduğu anlaşılan bebek Tenar'ın anne ve babasının diyaloglarıyla başlıyor. “Kutsal” döngü karşısındaki teslimiyeti ve çaresizliği ortaya koyan bu diyaloglar çok etkileyici ve kitabın teması açısından da önemli.
Bebeklerini beş yaşına geldiğinde bir daha hiç görmemek üzere rahibelere teslim etmek zorunda olan anne babanın bu iradeye karşı koymasının yolu yok. İlerleyen sayfalarda öğreniyoruz ki, anne, rahibeler bebeği ikinci kez görmeye geldiklerinde feryat figan içinde Tenar'ın çiçek hastalığına yakalandığını söyleyip, can siperane onları evden uzaklaştırmaya çalışıyor. Çünkü anne de biliyor ki, yeniden doğan Arha'nın önemli bir hastalığa yakalanması mümkün değil. Yakalanmışsa, o bebek Arha değil. Anne kızını çaresizlik içinde rahibelerden sakınmaya çalışırken, Yüksek Rahibe apansızca evin içine davranıyor ve bebeğin ala boyalı yanaklarını siliyor. Annenin yalanının ortaya çıkması üzerine, rahibelerin gazabını savuşturmak isteyen baba, karısını onların gözleri önünde dövmeye başlıyor.
Tenar, binlerce yıldır olduğu gibi, beş yaşına geldiğinde, rahibeler tarafından ailesinden alınıyor, Atuan Mezarları'na, kutsal topraklara götürülüyor. Yine binlerce yıldır olduğu gibi, altı yaşına geldiğinde İsimsizler tarafından “yutuluyor”. Artık Tenar'dan geriye kalan hiçbir şey yok. Her şey yutulmuş. Artık o, ebediyen yeniden doğan, kutsal rahibe Arha.
Kutsal topraklardaki yaşam, günlük ritüellerle kadınlar tarafından sürdürülen, kasvetli, boğucu, dış dünyaya kapalı bir düzen. Arha, Tanrı Kral'dan bile yüksek bir mertebede. O, İsimsizler'in baş rahibesi. Yeniden doğan küçük Arha'ya rahibeler tarafından görevleri öğretiliyor ve Arha bir genç kız olduğunda, yüksek rahibeler tarafından Tapınak'ın altında yer alan İsimsizler'e ait mağaraya indiriliyor. Arha mağaraya girdiğinde kaşılaştığı zifiri karanlık karşısında büyük bir korku hissediyor, ama mutlak karanlıkta ilerlemek, yolunu taş duvarlara dokunarak el yordamıyla bulmak, geçtiği boşlukları, hissettiği çıkıntıları hatasız saymak, hatırlamak zorunda. Mağara, uçsuz bucaksız bir labirente açılıyor ve ilerleyen tünellerin bilgisi yüksek rahibelerde dahi yok. Yeniden doğmuş olan Arha bu yolları hatırlamak zorunda. “Ben, baş rahibe Arha'yım, burası benim topraklarım” diyen ve karanlık karşısında hissettiği derin korkuyu alt eden Arha, günlük ritüellerini tamamladıktan sonra, günün uzun saatlerini toprak altındaki bu karanlık mahalde geçirmeye ve labirentte her gün biraz daha ilerlemeye başlıyor. Basık, dar, havası ağır bu karanlık labirentin okuyucuyu klostrofobik bir atmosfere taşıması işten bile değil; ama Atuan Mezarları'nın bende bu etkiyi yaratmadığını söyleyebilirim. Aksine, beklenmedik bir ferahlık duygusuna kapıldım okurken. Sanki Arha, ait olduğu yerde, kendisinin olanın içinde, kendi varoluşunu yaşıyordu benim için. Neden böyle hissetiğimiyse, soruşturmaya hazırlanırken anladım:)
Bir gün Arha, her zamanki gibi yerin altında gezinirken, bir başkasının varlığını fark ediyor ve mutlak karanlığın hüküm sürdüğü alt mezarda soluk bir ışık görüyor. Karanlığın eliyle yokladığı, hissettiği bu yeri ışık altında gören Arha, beklediğinin aksine bir dehşet duygusuyla değil, onu kendisine hayran bırakan bir güzellikle karşılaşıyor. Bu karşılaşma anı önemli.
Işık, Ged'in asasından süzülüyor. Ged, hikayeye böyle dahil oluyor. Bu karanlık mezarlarda aradığı şey, hazine odasındaki yarım halka. Hazine odasının, Tanrı Kral'ın bile hayal edemeyeceği büyüklükteki kadim hazinelerinin en değerlisi. Yerdeniz'de tekrar barışın hüküm sürebilmesi için Ged'in bu kayıp yarım halkayı bulması gerekiyor. Bunun uğrunda, güçleriyle başa çıkamayacağı İsimsizler'in, girişi olan, ama çıkışı olmayan mezarlarında bu halkanın izini sürüyor.
Arha, öncekiler gibi, İsimsizler'in mezarlarına ayak basmaya cüret etmiş bu erkeği de ölüme terk etmeli, ama bunu önceleri sebebini kavrayamasa da, yapmak istemiyor. Ged ile Arha arasında geçen diyaloglar ise çok güzel ve kitap neyi anlatmak istiyorsa, en çok burada anlatıyor. Bu diyaloglardan birisi şöyle:
“Onlar karanlık ve ölmez varlıklar; ışıktan da nefret ederler. Bizim ölümlülüğümüzün kısa, parlak ışığından. Onlar ölümsüzdür ama tanrı değiller. Asla tanrı olmadılar. Onlar hiçbir insan ruhunun tapınmasına layık değiller. ...
Sana şimdiye kadar ne verdiler Tenar? Hiç diye fısıldadı kız. Verebilecekleri hiçbir şeyleri yok. Yapıcı hiçbir güçleri yok. Tüm güçleri karartmak ve zarar vermek. Bu mahalden ayrılamazlar, onlar burası ve burası onlara bırakılmalı. Onlar inkar edilmemeli ve unutulmamalı, ama onlara tapmamalı.”
Ged neyi anlatıyor Tenar'a? Neyi temsil eder bu "isimsizler"? Kimdir, nedir?
Kadından kadına öğretilen, kadınlarca korunup, saklanan, Tanrı Kral olan eril iktidarın topraklarında “kutsal” olan; kutsallığıyla, eril iktidarın bile üstünde sayılırken, yer altının ışıksız, yaşamsız dehlizlerine hapsolmuş “kadınlık”tır.
Binlerce yıldır süregeldiği gibi, düzenin muhafızları olan rahibelerin, tıpkı bir avcı gibi izini sürdükleri; henüz küçük bir çocukken yaşamdan koparıp, Tenar'dan geriye hiçbir şey kalmayana dek ritüellerin, geleneklerin içinde yeniden var ettikleri Arha, “kadınlık”tır; “kadın olmak”tır. Kutsallık mertebesine mıhlanan kadınlığın, karanlığa rağmen hissedilen, ama hiç aydınlanamayan labirentidir peşine düşüp buldukları. En sevgili olanın; ailenin, annenin babanın sevgisinin bile boyun eğdiği “kutsal” düzendir bu.
Le Guin'in söylediği cinsellik de buradadır. Ged'in soluk ışığında beliren güzellik, gizlenen, korkulan, ama hep el yordamıyla hissedilen, tüm Arhalar'ın her daim bilgisine sahip olduğu ve içinde hiçbir zaman kaybolmadıkları labirent; kadının karanlığa mahkum edilmiş cinselliğidir. Le Guin'in dediği gibi, insanın yolunu göremediği, ama elinde tuttuğu bir labirent.
Kadın olmanın büyük ikilemiyle burun buruna gelen Arha'nın iki seçeneği var. Köleleri olan kutsal bir köle; Atuan Mezarları'nın baş rahibesi Arha olarak kalmak ya da özgürlüğün yıkıcı, yakıcı kuvvetiyle çarpışmak zorunda kalacak Tenar olmak.
Ya Ged'in ölümüne hükmetmek ya da Ged ile birlikte her şeyi ardında bırakarak gitmek.
Yerdeniz'in barışa kavuşması Arha'nın seçimine bağlı.
En değerli hazine; kayıp yarım halka Kutsal Rahibe'nin muhafızlığını yaptığı karanlık labirentin derinliklerinde saklı. Yarım olanın tam olması için, Arha'nın Atuan Mezarları'nı bırakması gerekli.
***
Le Guin, kitabın teması, doğum, yeniden doğum, yıkım ve özgürlük diyor. Ben de düşünüyorum, Simone De Beauvoir'in dediği gibi, kadın olarak doğulmuyor da, kadın mı olunuyor?
Çok düşündürücü bir yolculuğa çıkardın bizi. Açıklamalarınla dehlizlere ışık tuttun, sonraki çalışmalarını merakla bekliyorum. Sevgiler..
Yine bozulmuş ve bozulmakta olan dünyamızdan uzaklara, gerilere, saflığa götürdun beni, sevgili Nazlı. Okurken bir ara, Hermes rahiplerinin kabul ritüellerindeki derin mağaralara indim ve o karanlık mağaralarda aydınlığa kavuşmak için verdikleri ölümcül mücadeleri anımsadım. Aklına, bilgine, emeğine sağlık. Çok teşekkürler, sevgiler.